Ölü Ozanlar Derneği Üzerine
Temiz yüreklerindeki şiir aşklarını Welton akademisinin “disiplin”, “onur”, “yetkinlik” ve “gelenek” katı sınırlarına sığdıramayanlar. Sıkıcı hayatlarının, ailelerin çizdiği sınırları her farkına varışlarında ve uyanışlarında sürüye katılmaları için dürtüldüler. Çizilen hayatlarda insan olarak devam etmeyi gösteren işaretler kalmamıştır, seçimler, duygular. Hiçbiri! Onur salonunda, 1800de Welton’ın öğrencilerinde kendilerini gördüler, yüzlerindeki ifadenin, gözlerideki ışığın kendilerinden farklı olmadığını. Bu ilk çarpıştı sınırların cam duvarlarına çünkü artık kaptan Keating vardı hayatlarında ve her soluk alışı “carpe diem” diye tokatlıyordu yedi genci. Todd’un bahçede kıpkırmızı güneşe “ne kadar da geniş” deyip imrenmesi fakat etrafına bir kez daha bakıp “ama yine de küçük” demesi.
Artık sarsılmaları başlamıştı gençlerin, derken carpe diem yazdığı kağıda “ama nasıl”ı eklemesi, çaresiz ve ikilemde, istemesenizde boğazınızda bir şeyler düğümleniyor, N.H. Kleinbaum omuzlarınızdan tutup sarsıyor sizi “ama nasıl..” beyninizde yankılanıyor sesi. Todd için bunlar olurken Knox’da bütün saflığıyla aşık olmanın acı tadını çıkarıyordu.
Ve derslerden ilkinde şiiri anlamanın sınırlarını aşıyorlardı, sadece sayfayı yırtmakla kalmayarak tabi. Ama sayfaları yırtmak gençler için önemliydi, onlar eğitim sistemlerinin kalıcı safsatalarıydı ve bunları yırtmalarını isteyen bir öğretmen vardır karşılarında, güçlü ve samimi. Öyle ki öğretmenlerinin bu hakmiyeti ve karşı çıkışı eğlendirmişti onları. Evet, e zevk almışlardı ama. Welton akademisine fazla gelmişti bu kahkahalar bu yüzden ki Bay Mcallister derste öğretmenin olmadığını düşünerek sınıfa hışımla girmişti. Bu baskının ardından kaptan Keating’in açıkça seçenekleri ortaya koyuşu:”Şimdi bir yol ayırımına geldiniz. Ya Akademik ‘hoi polloi’nin* baskısına yenik düşersiniz ve meyve daha olgunlaşmadan çürür, ya da siz başarıyı birer şahsiyet olarak yakalarsınız. Düzende kalmayı bir sürüye katılmak, sistemin yönetenlerine paralel kalmak kısaca beynini yok saymak, insan olmaktan çıkmak olarak tanımlar ve doğrudur da yazının başında yazdığım gibi. Bu seçenekte insan olarak devam etmeyi gösteren her işaret geride kalmış ve siliktir. Bunları belirginleştirmeye çalışan bay Keating’ in mücadelesinde bay Mcalllister gibi statükocu beyinlerin “Shakespeare ya da Mozart olamadıklarını anladıklarında, onları kandırdığınız için sizden nefret edecekler” demesi veya “daha on yedisinde özgürlük ha” demesi ve bu düşünsel tabucuların aynada kendilerini realist takımlarla görmesi şaşırtıcı ve sarsıcı değildir çünkü bunlar olmasa mücadele olmaz. Keating’ in bu gençler için umudu, bu sabit beyinlerin sözleriyle kıpırdamayacak kadar kuvvetli ve haklıdır.
*hoi polloi yunanca sürü demektir.
Gerçekten insanın izledikçe izleyesi gelen bir film. Dönemin tutucu, muhafazakar yönetimine karşı çıkan bir öğretmenin öğrencileriyle olan maceralarını anlatıyor.
Öğreniciler Keating’in önceden üyesi olduğu Ölü Ozanlar Derneği’ni tekrar hayata geçirmişlerdir.
Ayrıca filmin son sahnesinde öğrencilerin sıralar üzerine çıkarak söyledikleri “Kaptan Kaptanum” beni çok duygulandırmıştı.
bütün direniş hikayeleri gibi ölü ozanlar derneği’de fazlasıyla ilgimi çekmişti.
En sevdiğim filmler listesi yapsam tereddütsüz “ilk on”a sokacağım eserlerden biri.
Bu yazının yukarıdaki kısmını okuduktan sonra şu an yayında olan Statüko ve Yenilik üzerine başlıklı yazıyı yazmıştım. Buraya not düşmeyi unutmuşum.
Bay Keating’in mücadelesinde statükocunun kim olduğu çok belli tabi ama bugünün Türkiye’sinde statükoyu kim, yenilikçiliği kim savunuyor bunu ayırt etmek zor olabilir. Ayrıntılar yazıda..
“ilk on”a sokacağım eserlerden biri.
Görüş belirtin!
Eleştiri Nedir?
Dahası...
Sponsor
Sayfalar
Son Görüşler
Meta
Bağlantılar
Volkan.me
Kategoriler
Arşiv
Son Yazılar
Çok Yorumlananlar
Rastgele yazılar